ANASAYFA BİYOGRAFİ KİTAPLAR YAZILAR BİLDİRİLER RÖPORTAJLAR KÜTÜPHANE İLETİŞİM
        Detaylı Arama

Facebook'ta Paylaş

Vicdan ve Red Veya Ya Sev, Ya Defol!
Durmuş Hocaoğlu

Yeniçağ Gazetesi / 29.01.2006
Osman Murat Ülke isimli bir kişinin "vicdanına aykrı bulduğu için askerlik vazifesini yapmak istemediği" gerekçesiyle AİHM'de açtığı davayı kazanması, üzerinde çok ciddiyetle durulmasını gerektiren nasıl bir fevkalade süreç yaşamakta olduğumuzu bir kere daha gözler önüne sermiş bulunmaktadır. Burada sözünü etmiş olduğum fevkaladelik, herşeyden önce müşarünileyhin şahsından müstakil olarak, Rahmetli Dündar Taşer'in, bir yazısında, hulasaten, "bir paçavra bir su borusunu tıkadığı zaman ehemmiyet kesbeder; ama onun ehemmiyeti zatından değil, ehemmiyetli bir şey olan suyun akmasına mani' olmakta olmasındandır" demiş olması gibi, bir paçavranın, temiz su kanallarını tıkama istidadı gösteren bir gelişmeye sebebiyet vermesindendir ve yine buna bağlı olarak da, fevkaladelik, davada taraf olarak Türkiye'nin kaybetmiş olması da değildir; hiç bile değil. Zira, mahkemeyi kimin kazanmış, kimin kaybetmiş olması, esasa değil, fürua tekabül eden, belki ancak tali dereceden mü'him addedilebilecek bir mes'eledir; hatta o bile değil. Değil, çünkü, herşeyden önce mes'ele, Türkiye'nin, kendi iç hukuku ile alakalı, vatandaşı ile arasındaki bir problemden dolayı, kendi üstünde bir irade olduğunu kabul ederek AİHM önünde mahkemeye çıkmış, kendi üstündeki bir iradeye hesap vermeyi içine sindirmiş olmasıdır. Bu, hür ve müstakil bir devlet anlayışı ile kaabil-i te'lif addedilemeyecek bir vazıyet olup, artık Türkiye'nin nerelere gitmiş - veya getirilmiş  olduğunun - bir utanç belgesidir. Acılar da tıpkı hazlar gibi, zamanla ilk anlardaki şok te'sirlerini kaybeder ve sıradanlaşırlar, hatta kanıksanırlar; tıpkı asaletini kaybederek düşmüş bir kişinin düşüklüğünün, bir müddet sonra onu rahatsız etmemeye başlaması gibi bir şeydir bu. Türkiye, batılılaşma sürecinin en son ve en öldürücü safhası olan Avrupa Birliği üyeliği sürecinde, o kadar çok şeyini kaybetti ve o kadar düştü ki, artık bu düşüklüğünü hissetmez, normal ve tabii bir hayat tarzı kabul eder duruma geldi; işte, bu mahkemenin isbat ettiği, budur.
 
İkinci husus ise, yine ilkiyle bağlantılı, ama başka bir mevzu; zira, bahse konu mes'ele Türkiye'ye ait şahsi ve hususi olmadan önce, ülke üstü, umumi bir mes'ele teşkil etmektedir: Bundan önceki yazımda da - bir gazete köşe yazısına göre hayli teferruatlıca sayılabilecek derecede - irdelemeye çalıştığım "Haklar ve Vazifeler" mes'elesi.
 
İmdi mes'ele, bir ülkenin vatandaşlarından bir kısmının, o ülkeye karşı sadece haklar ile mücehhez ve fakat hiçbir vazife ile mukayyet olmadığını iddia etmelerinin - veya vazifelerinin büyükçe bir kısmını reddetmelerinin - meşruiyeti ve bu vazıyet tahtında neyin yapılması gerektiği mes'elesine gelmektedir. Takdir edilebileceği gibi, hayli, mufassal bir mes'ele; o sebeple kestirmeden gidelim ve doğrudan konuya odaklanalım: Böyle bir talep doğrudan-doğruya ve düpe-düz ahlak dışı ve oportünist bir davranıştan başkası değildir; çünkü, neticeten, aynı topraklarda yaşayan insanların bir kısmının, diğer bir kısmının emeklerini ve ürünlerini, istismar etmekten başka bir sonuç vermeyecektir ki bu da meşruiyetsizlik için tek başına dahi yeter bir burhandır.
Yazıyı PDF dosyası olarak indirmek için tıklayınız. [ Boyutu: 176,42 KB ]
BU DİZİDEKİ YAZILAR
Vicdan ve Red Veya Ya Sev, Ya Defol!
Vicdan ve Red Veya Ya Sev, Ya Defol!-2
Vicdani Red, ya da, Müptezel Felsefe




Copyright ©2006-2024, Durmuş Hocaoğlu

Sitede yayınlanmakta olan yazılar kaynak göstermek şartıyla kullanılabilir.

Anasayfa  |  Biyografi  |  Kitaplar  |  Yazılar
Bildiriler  |  Röportajlar  |  İletişim