ANASAYFA BİYOGRAFİ KİTAPLAR YAZILAR BİLDİRİLER RÖPORTAJLAR KÜTÜPHANE İLETİŞİM
        Detaylı Arama

Facebook'ta Paylaş

Ulemanın ve İntelijansiyanın Gücüne ve Önemine Dair
Durmuş Hocaoğlu

Yeniçağ Gazetesi / 17.03.2006
İlim adamlarının ve entellektüellerin - bilhassa entellektüellerin, ama daha da fazlasıyla entellektüel ulemanın - önemi ve gücü bugüne kadar ekseriyetle gerektiği gibi değerlendiril(e)memiş; çok kereler hafife alınmış, hatta aşağı bile görülmüştür. Ancak, dikkatlerden kaçması çok büyük hatalara sebebiyet veren fevkalade mühim husus da tam bu noktada ortaya çıkmaktadır: Ulemanın ve intelijansiyanın gücü ve önemi zannedildiğinin aksine, çok yüksek, intikamları çok acı ve ağır ve bütün bunların gerek müsbet ve gerekse de menfi bakımlardan te'sir alanı ise çok geniş, derin ve kalıcıdır. Halbuki görünürde ilmi ve entellektüel süreç yavaş çalışır; bu, bir anlamdaa, radyoaktif serpintilerin tesirine müşabihtir: Yavaş çalışan süreç, birikimsel (kümülatif, inzimami) ilerleme ile sonuçta adeta devleşen neticeler yaratır. Ulemanın ve intelijansiyanın hafife alınmasına dair tek bir örnek, bundan yaklaşık ikibin yıl kadar evvel yaşamış Romalı filozof Epiktetus'un şu cümlesinde görülebilir: "Filozof mu olmak istiyorsun? Hemen alaya alınmaya hazırlan." [Düşünceler: XXXI]; demek ki o zamanın Romasında da filozof olmak alay konusu olmayı göze almak demekmiş! İkinci ve daha ağır bir örnek, kendi tarihimizdendir: "Felsefeciler de diğer mülhidler ve zındıklar gibidir; katledilmeleri gerekir" [Kadızade., Büyük Amentü Şerhi., s.239]. Birçok ilim erbabının ne çektiklerine dair tam bir örnek, işkenceyle ölüm tehdidi karşısında, fikirlerinden rücu ettiğini bildiren bir istidayı Enkizisyon'a veren Galile'nin başına gelenlerdir. Buna mukabil, filozofların intikamına dair sarsıcı bir örnek de, Atina demokrasisinin, hocası ve herşeyi Sokrates'i haksız yere idama mahkum etmesi karşısında tam bir demokrasi aleyhtarı kesilen ve hala te'sirleri devam eden, bütün jakoben siyaset anlayışlarının temel felsefesini inşa eden Platon'dur v.s.
 
Ulema ve intelijansiyanın bu ehemmiyetinin ihmal edilmesinin doğurduğu menfi neticeler hakkındaki en çarpıcı örneklerden birisi de, bilhassa Türkiye gibi ülkelerde çok görüldüğü üzere, ilmi ve entellektüel hayatın o ülkenin asli omurgasını oluşturan sadık unsurlarının dışındaki zümrelerin eline ve tekeline geçmesi halidir. Bu vazıyet, birçok bakımdan, o ülkeye adını veren, O'nıun için en büyük fedakarlıkları gözünü kırpmadan yerine getiren ana kitlenin, kendi ülkesi üzerindeki kontrolünü kaybetmesi gibi yıkıcı sonuçlar doğurmasına dahi yol açabilir.
 
Türkiye bunun en açık şekilde yaşandığı ülkelerden birisidir demiştik; nitekim, tarihe geri gitmeye hacet kalmadan, sadece son birkaç yıldan beri yaşamakta olduğumuz hadiselere dikkatle bakınca, Türkiye'nin kaderini belirlyen ana faktörlerin başında, O'na sadakat noktai nazarından defolu bir ilim adamları ve entellektüeller zümresinin ne kadar muazzam şekilde etkileyici ve yönlendrici olduğunu görmezlik etmenin mümkün olmadığı açıkça müşahade edilebilir. Söz gelimi, çok yakın zamanda kısa zaman aralıklarıyla birbirini takip eden Ermeni ve Kürt konferansları, vatan savunmasını reddetmenin sözde felsefi kisveli adı olan "vicdani red" mes'elesi ve muhtelif vesilelerle karşılaşmış olduğumuz hukuka ve yargıya müdahaleler, en çarpıcı misallerdendir ve bu misaller de göstermektedir ki, her ne kadar Türkler, Türkiye'nin asli ve tek, biricik unsuru, kurucusu ve herşeyi, O'na adını veren temel direk, O'nun müdafaası bahse konu edilince tek güven kaynağı olmasına mukabil, ilmi ve entellektüel hayattaki ağırlığa sahip olamadığı için, kendi ülkesinde gerçek anlamda söz sahibi de olamamakta ve bir anlamda, adı kendisinin, tadı başkasının olması karşısında ya seyirci kalmakta ya da olup bitenleri, dönüp duranları dahi idrak edebilmekten uzak bulunmaktadır. Milli ulema ve intelijansiyanın sayıca çok bile olsa müessiriyyetinin zayıflığı, bu tahammül edilemez kırıcı neticenin ortaya çıkmasında en önemli sebebi teşkil etmektedir.
 
Meramımı daha vazıh bir surette ifade edebilmek için, açık ve anlaşılabilir birkaç misali vurgu ile hatırlatalım: Vatana ihanetin fikir kılığı altında tedavüle sürülmesinden başka bir şey olmayan vicdani redcilik karşısında Genel Kurmay'dan tek bir ses sada dahi çıkdığını işitmedik; halbuki aynı makamın, bir başörtüsü bahse mevzu olunca nasıl da kükrediği unutulmuş olmadığı gibi, bundan sonra da aynıyla tekrarlanacağınden hemen herkes emin bulunmaktadır. Keza, Emeni Konferansı, Orhan Pamuk Davası ve en son Şemdinli İddianamesi mes'elelerinde,  "dokunulamaz ve müdahale edilemez" hukuka ve yargı süreçlerine değil ki dokunmak veya müdahale etmek, nasıl da darmadağın edilerek tozunun atıldığını; aynı veya benzer davranışların Türkiye'nin omurgası olan ama filiyatta "öteki" muamelesi gören belirli bir kesimi tarafından sergilenmesi durumunda nelerin olabileceğini, bugün sessizliğe bürünenlerin hiç tereddüt etmeden nasıl zehir zemberek bildiriler yayınlayacağını tahmin etmek hiç de zor olmasa gerek.
 
Hiç ama hiç, zerre miktarınca dahi ümitli değilim; lakin yine de temennim ve niyazım odur ki, artık bari bundan böyle, Türkler, kendi vatanlarının ve devletlerinin gerçekten gerçek sahibi olmak için bu alanı ele geçirmenin şart olduğunu fehm ve idrak ederek ona göre amelde kusur  eylemesinler; ancak, bundan önce fehm ve idrak edilmesi gereken, gurur kırıcı bu vazıyetin husule gelmesinde kendilerinin de bir numaralı müsebbib olduğudur
Yazıyı PDF dosyası olarak indirmek için tıklayınız. [ Boyutu: 186,03 KB ]




Copyright ©2006-2024, Durmuş Hocaoğlu

Sitede yayınlanmakta olan yazılar kaynak göstermek şartıyla kullanılabilir.

Anasayfa  |  Biyografi  |  Kitaplar  |  Yazılar
Bildiriler  |  Röportajlar  |  İletişim