ANASAYFA BİYOGRAFİ KİTAPLAR YAZILAR BİLDİRİLER RÖPORTAJLAR KÜTÜPHANE İLETİŞİM
        Detaylı Arama

Facebook'ta Paylaş

İnsan, Yaratılış ve Türeyiş
Durmuş Hocaoğlu

Yeniçağ Gazetesi / 19.03.2006
Aşırı derecede hassas bir dönem yaşamamızdan ötürü, sürekli siyasi gündem üzerine yoğunlaşmak birçok kültür konularının ister istemez ıskalanmasına sebebiyet veriyor; halbuki bunlar da mahiyetleri gereği en az siyaset kadar ve hatta yerine daha da büyük bir ehemmiyet arzediyor. Vakıa bunların da büyükçe bir kesiminde dişe dokunur bir yenilik, bir tazelik, yeni bir tartışma, yeni bir soluk, yeni bir vizyon pek görülmekte değil; mes'eleler hemen-hemen ekseriyetle aynı mantık ve aynı zihniyetle ele alınıyor; hatta, çok kereler, sureta kültürel gibi görünse de düpedüz siyasi-ideolojik bir platformda dönenip duran sofizmalar olmaktan öteye de pek geçemiyor.
 
Nitekim, son günlerde yeniden ısıtılıp harlandırılan insan mes'elesi de aynıyla bu şekilde tedavüle sürülen bir sofizma örneği olarak tekrar sahne almış bulunuyor. Hadisenin yeniden gündeme girişi, hatırlanacağı üzere, kısaca hulasa edilecek olursa, Amerika'da Yüksek Mahkeme'nin Evrimci teori yanında müfredata konan Yaradılışçı teoriyi bilim dışı ilan ederek okul kitaplarından ihraç etme yönünde karar almasıyla başlamış oldu. Lakin bu vesileyle gündeme giren mes'elenin irdelenmesinde değişen bir şey yok; hiçbir şey yok, tıpkı mevzuun kendisi gibi. Sual herkesçe bilinen aynı sual: İnsan tek ve emsalsiz bir yaradılışın mahsulü olarak mı, yoksa, tabii-biyolojik bir tekamülün ürünü olarak mı ortaya çıkmıştır? Bu suale verilen cevaplara gelince, onlar da bilinen cevaplar: Bir: İnsan, "ahsenü'l halıqin"in "ahsenü't-takvim" üzere var-kıldığı emsalsiz ve tek örnek bir mümtaz varlıktır. İki: İnsan, arzda biyolojik-kimyevi süreçlerden oluşan ve 'kendiliğinden' gelişen biyolojik tekamülün uç noktasında ortaya çıkan bir "yüksek hayvan"dır.
 
Bu tartışmalarda dikkat çeken ilk nokta, karşısındaki muarızlarını dogmatiklikle itham eden Darwinist "bilim cemaati"nin üyelerinin kendilerinin bütün görüşlerinin de dogmatik nitelik taşıması ve daha da ileri giderek mes'eleyi siyasi-ideolojik zemine, şu mahut "ilerici-gerici" eksenine  kaydırmalarıdır. Buradaki "bilim cemaati" terimini, Türkçe'de tam bir karşılığı bulunmayan "siyantisizm"i ifade edebilmek amacıyla kullandım. Dilimize aynen bire-bir "bilimcilik" olarak tercüme edildiğinde asıl ıstılahi manasını kaybeden siyantisizm, "siyantifikizm"den (bilimselcilik) farklı olarak bilimin fetişleştirilmesi, mistikleştirilmesi, bir tür din(i)leştirilmesi manasına gelmekte olup, esas olarak da Pozitivizm'in ve Aydınlanma'nın bakıyyesi bir çeşit psikolojik saplantıdır. İkinci mühim husus ise, evrimci bilim cemaatinin, bilhassa yirminci yüzyılda hayli geliştirilmiş olan insan felsefelerinden bihaber, çok düz ve çok sıradan bir mantıkla bodoslamadan konuya girmeleridir. Mantık düz ve sıradan olduğu gibi bir o kadar da sığdır ve özeti ise şudur: Bilim böyle demişse böyledir! Halbuki, bir kere "bilim böyle demişse böyledir" demekle, "bilim de ne oluyor" demek arasında bir fark yoktur ve ikinci olarak da bilimin bugüne kadar en başarısız olduğu sahaların başında gelenlerden birisi de bizzat insani varlık alanı ve insanın mahiyetidir. Sıradan, sığ ve düz bir siyantist zihniyetin kavraması mümkün olmayan bu keyfiyetin temelinde, bilimin çok güçlü, çok güvenlir bir bilgi kaynağı ve bir o kadar ciddi ve önemli bir insanlık başarısı olmasına karşılık, güvenilirlik, güç, ciddiyet ve ehemmiyetinin hadsiz-hesapsız olmadığının anlaşılmasının zarureti yatmaktadır. Yani; bilim çok mühimdir, ama her şey değildir. Nitekim bilim, bugüne kadar, saf siyantistlerin zannettiğinin aksine, cansız maddenin üzerindeki esrar perdesini dahi kaldıramamıştır - hiçbir vakit de kaldıramayacaktır - ve hele insanın üzerindeki perdeyi kaldırmak şöyle dursun, belki daha da kalın, daha da mağmum, daha da muğlak hale getirmiştir.
 
Nasıl mı? Münasip ve muvafık addederseniz, bugünkü yazımızı yetkin bir filozofu, Ernst Cassirer'i dinleyerek noktalayalım[*]:
 
"Daha önceki dönemlerden hiçbiri insan doğası üzerindeki bil­gilerimizin kaynakları konusunda çağımız kadar şanslı olmamıştı. Günü­müzde ruhbilim (psikoloji), budunbilim (etnoloji), insanbilim (antropoloji) ve tarih şaşırtıcı ölçüde zengin ve sürekli artan bir olgular topluluğu biriktirmiştir. Gözlem ve deneyim için gerekli teknik araçlarımız pek çok geliştirilmiş, çözümlemelerimiz da­ha yetkin ve kuşatıcı duruma gelmiştir. Bugünkü zenginliğimizle karşılaştırıldıkta geçmiş çok yoksul görünebilir. Ama, olgular konusundaki zen­ginliğimiz zorunlu olarak bir düşünce zenginliği anlamına gelmiyor. Bizi bu labirentten çıkaracak Ariadne'ınki gibi bir ipucu bulmayı başaramazsak insan kültürünün genel özyapısı için gerçek bir görüşe sahip olamayacak; tersine kavramsal birlikten tümüyle yoksun, bağlantısız ve ilişkisiz bir veriler çokluğu içinde yitip gideceğiz."
 
[*] Ernst Cassirer., İnsan Üstüne Bir Deneme [An Essay on Man, An Introduction to a Philosophy of Human Culture., Yale University Press, 1944]., Çev.: Necla Arat., Remzi Kitabevi Yay., İst. 1980., s.31
Yazıyı PDF dosyası olarak indirmek için tıklayınız. [ Boyutu: 189,16 KB ]




Copyright ©2006-2024, Durmuş Hocaoğlu

Sitede yayınlanmakta olan yazılar kaynak göstermek şartıyla kullanılabilir.

Anasayfa  |  Biyografi  |  Kitaplar  |  Yazılar
Bildiriler  |  Röportajlar  |  İletişim