ANASAYFA BİYOGRAFİ KİTAPLAR YAZILAR BİLDİRİLER RÖPORTAJLAR KÜTÜPHANE İLETİŞİM
        Detaylı Arama

Facebook'ta Paylaş

Silahı Bırak, Masaya Gel: I
Durmuş Hocaoğlu

Yeniçağ Gazetesi / 09.04.2006
Başbakan Sn. Erdoğan'dan kısa aralıklarla, kendisinden basın aracılığı ile görüşme randevusu talep eden DTP Eşbaşkanı Ahmet Türk'e cevap niteliğinde olmak üzere iki açıklama geldi.
 
      İlki 4 Nisan tarihli [05 Nisan 2006, Çarşamba, Radikal]:
 
"Bir parti lideri, Başbakan'dan TV kanalıyla randevu talep ediyor. Önce çık, PKK'nın terör örgütü olduğunu ilan et, ondan sonra gel seninle konuşalım. AB üyesi ülkeler, dünyanın değişik ülkeleri PKK'yı terör örgütü ilan ederken, bu ülkede sizler canileri koruyacak, hatta 'Şehidimiz' diye takdim edeceksiniz. Ondan sonra da bu ülkenin hükümetinden, Başbakan'ından özel ilgi bekleyeceksiniz. Bizim kitabımızda yok böyle bir şey."
 
      İkincisi ise hemen iki gün sonra [07 Nisan 2006, Cuma, Milliyet]:
 
"Başbakan Tayyip Erdoğan, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök'ün terörün küresel ölçekte tanımının yapılmasına ilişkin yaklaşımından hareketle Türkiye için 'terörün tanımı yapılmalı' diyen DTP Eşbaşkanı Ahmet Türk'ü eleştirdi. Erdoğan'ın, 'Elde silahla dolaşmaya gerek yok. Silahsız gelirsin, masada her şeyini konuşursun' ifadesi dikkat çekti."
 
Sonuncusunun matbuatta yayınlandığı gün [07 Nisan, Cuma], Vatan'dan Güngör Mengi son derece dikkatsizce ve tehlikeli açılımlara gebe bu beyanatın te'vil ve tefsirine girişti ["Sorun Kürtçüler"., 07 Nisan 2006, Cuma, Vatan]:
 
"Başbakan dün cımbızla çekildiğinde yine baş ağrısı yapacak şeyler söyledi. Hilton'daki bir toplantı çıkarken çevresini saran gazetecilerin sorularını ayak üzeri cevaplıyordu. 'Terörün tanımı yapılsın' diyen DTP Eşbaşkanı Ahmet Türk'e karşı bir ara ağzından şu sözler döküldü: 'Elde silahla dolaşmaya gerek yok. Silahsız bir şekilde masaya gelirsin, her şeyi konuşursun..' Önemli konularda ayak üzeri demeç vermenin riskleri vardır. Ama Başbakan'ın bu sözleri, onun silahı bırakmak koşulu ile PKK'yı müzakere masasına davet ettiği anlamına çekilmemelidir. Başbakan bu sözleri, terörü tarif ederken sarfetmiştir. Cımbızlanmaya müsait bu iki cümle, daha önce söylediklerinden koparılmamalıdır.".
 
Sn. Mengi'nin son derece olumlu karşıladığı ve fakat yanlış yorumlanmasından müşteki olduğu bu beyanatı müdafaa ettiği mezkur yazısında bir de araya sıkışmış çok önemli bir cümlesi var: "Başbakan, Kürt kökenli vatandaşları temsil etme iddiası ile ortaya çıkmış partiden terör örgütünü soyutlamak istiyor. Bu mümkün olsa pek çok meseleyi çözümlerle daha kolay buluşturur."
 
***
 
Bunlar cidden mühim mes'eleler; bir kere, adı geçen köşe yazarının ileri sürdüğünün aksine, bir devlet adamı, sadece önemli konularda ayak üzeri demeç vermenin değil, devlet yönetmenin her anının riskli olduğunu bilmekle mükelleftir; esasen boğazın niçin dokuz boğum yaratılmış olduğunun hikmeti de buradadır: Dokuz kere düşünüp bir kere konuşmak için. Neden mi? Şundan: İmdi, ilk beyanat, 'idare eder'; Başbakan, kamuoyunda, hakkında vatan haini bir terörist örgüt ile sıkı bir bağlantısı ve hatta onun aleti olduğuna dair kuvvetli bir kanaat yerleşmiş bulunan ve bu sebeple de, mer'iyetteki kanunlara şeklen uygun olmakla beraber, gerçek anlamda meşruiyeti kamuoyu nazarında bitmiş bulunan, başı sonundan belli bir siyasi partinin bir yetkilisini edebe davet ediyor ve bu örgüt ile bağının olmadığını ilan etmesi durumunda kendisiyle görüşebileceğini söylüyor. Şeklen de olsa 'legal' ya; olur diyelim.
 
Ama ya ikincisi? Sn. Erdoğan'ın, Sn. Mengi tarafından "Kürt kökenli vatandaşları temsil etme iddiası ile ortaya çıkmış parti" olarak tanımlanmış bulunan DTP'nin temsilcisi Ahmet Türk'e hitaben gıyabında söylemiş olduğu "Elde silahla dolaşmaya gerek yok. Silahsız bir şekilde masaya gelirsin, her şeyi konuşursun.." şeklindeki ifadesinin dikkatli bir analizi göstermektedir ki, doğrusu, bu beyanat hiç de yenilir yutulur gibi değil. Bir başbakan bu kadar derin bir hata işleyemez.
 
İlkin, anlaşılan Sn. Mengi de müdafaa etmeye çalıştığı Başbakan kadar dikkatsiz ve kavramları yerli yerinde kullanmada aynı derecede ihtiyatsız. Zira, hiçbir siyasi parti, hiçbir surette hiçbir etnisitenin, hiçbir etnik kimliğin temsilcisi olamaz; bu, "bir ülke ve bir halk" prensibi üzerine müesses Cumhuriyet kavramıyla çatışkın olduğu gibi, aynı zamanda, 'latent' olarak, Kürtlerin ayrı bir "siyasi halk" olarak tescili de demektir ki, böyle bir ayrışmış "siyasi halk"ı telaffuz edenin, o ayrı siyasi halkın, bağımsızlığa kadar varabilecek her türlü talebine açık olmak zorunda kalacağını kabul etmek durumunda olması gerektiğini ve bu vazıyetin, Kürt vatandaşların "Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşı" olarak değil de "Kürt" olarak siyaseten teşkilatlanmalarına yolaçağını ve bu durumun ise, Türklerin de "Türk" olarak, yani "karşı cephe"de, teşkilatlanmalarını tahrik edeceğini ve zorlayacağını ve bunun sonucunun ise, "bir ülkeye iki halk sığmaz" prensibine götüreceğini, bilmesi anşart iktiza etmektedir.
 
Demek ki, köşe filozofluğu yapmak da en az dokuz kere düşünüp bir kere yazmayı gerektirecek kadar ciddi ve riskli bir iş imiş.
Bu vazıyet tahtında, "silahı bırak, masaya gel" daveti de daha bir manidar oluyor.
 
Devamı yarın....
Yazıyı PDF dosyası olarak indirmek için tıklayınız. [ Boyutu: 231,75 KB ]
BU DİZİDEKİ YAZILAR
Silahı Bırak, Masaya Gel: I
Silahı Bırak, Masaya Gel: II




Copyright ©2006-2024, Durmuş Hocaoğlu

Sitede yayınlanmakta olan yazılar kaynak göstermek şartıyla kullanılabilir.

Anasayfa  |  Biyografi  |  Kitaplar  |  Yazılar
Bildiriler  |  Röportajlar  |  İletişim