ANASAYFA BİYOGRAFİ KİTAPLAR YAZILAR BİLDİRİLER RÖPORTAJLAR KÜTÜPHANE İLETİŞİM
        Detaylı Arama

Facebook'ta Paylaş

Bir Trajedi ile Merhaba
Durmuş Hocaoğlu

Türk Haber Gazetesi / Sayı: 1, 15.04.2002-21.04.2002
I
 
Merhaba
 
 
Yeni çıkan bir mevkutede kaleme aldığım ilk yazımın bir trajediyi konu edinmesi ne kadar üzücü; keşke böyle olmasaydı. Lakin heyhat!

Evet dostlar; bu ilk yazıma gönül açıcı güzelliklerden bahsederek başlamak isterdim; ama, o takdirde de, gözler önünde oynanan kanlı bir trajediye karşı suskun kalarak, bir anlamda, zımnen de olsa, zalimi ve zulmü desteklemiş olmaktan dolayı kendimi nasıl affederdim?
 
***
 
Filistin başlı-başına bir trajedi; ama hangisi değil ki? Türk ve İslam dünyası asırlardır hep ağır trajediler yaşamaktan yüreği nasır tutmuş olsa gerek, ancak pek şedidane ve pek medyatik olanlarını hissedebiliyor. Bu dünyada, ama bilhassa "bizim dünyamız"da trajedilerden geçilmiyor ki; hangisini sayayım? Herşeyden önce, Türk-İslam medeniyetinin çöküşü, bir trajedi değil mi? Şu anda en fazla can yakan, hemen gözler önünde olduğu için herkesin dikkatlerini üzerine toplayan ve bir de en mühimi, işin öteki ucunda Batı olduğu için Filistin'i duyuyoruz; ama ya Doğu Türkistan? Kendisinden haber dahi alınamayan, çoktan unutulmuşlar listesinde yerini almış bulunan, kimsenin - bizzat Türkiye'de ve bizzat "milliyetçilik" üzerinden siyaset yapanların dahi - adını ağzına almaz olduğu, anayurdumuz Doğu Türkistan! Filistin'in belki yüz misli genişliğinde bir mesaha-i sathiyeye ve Filistinlilerin belki takriben on misli veya daha ziyade bir nüfusa malik; mazlum, mağdur, esir on milyonlarca Müslüman Türk'ün vatanı, Türk ve İslam medeniyetinin en münbit yataklarından olan, bir zamanlar cihan fatihlerinin, ulemanın, hukemanın fışkırdığı Doğu Türkistan! Üzerinde nükleer denemelerin yapıldığı, en hayasız metodlarla sömürüldüğü Doğu Türkistan!
 
***
 
Keşke hemen ilk yazımda böyle bir feryad ile hitab etmek mecburiyetinde kalmış olmasaydım; ama kader beni icbar ediyor; elden ne gelir! Bundan kısa bir vakit önce, bana, başka bir yerde yayınlanan bir yazımdan dolayı elektronik bir mektup gönderen saygıdeğer bir okuyucum, "siz bizi ümitsizliğe sevkediyorsunuz; halbuki siz aydınlarımızdan bize ümit vermenizi beklerdik" diye serzenişte bulunmuştu. Elbette; kim istemez ki? Kim ister gül varken deve dikeni ile uğraşmayı? Ancak, bir aydının görevi toplumuna illüzyonlar göstermek değildir ki.
 
Vakit, gerçekler dünyasından kaçarak kendi ellerimizle inşa ettiğimiz sanal dünyalara sığınıp romantik hülyalara dalmak; soğuk ve ürpertici, ama taş gibi katı sert gerçekler yerine illüzyonlarla oyalanmak vakti değildir.
 
Onun içindir ki; bu sayfalarda, hakikat olduğuna inandığım şeyleri yazmaya gayret edeceğim; hakikatler nahoş ise yapacak başka bir şey yok demektir.
 
***
 
Mağlup bir medeniyetin çocuklarının, dünyaya yanlış zamanda gelmişlerin gülmeye pek vakti olmuyor diyorum; ne dersiniz?
 
***
 
      Evet: Bu sayfalarda, bundan başka sayfalarda da olduğu gibi, hakikat olduğuna inandığım şeyleri yazacağım. Ne var ki, yazar ve okuyucu bir bütündür; yazar ve okuyucu, bir "birlikte düşünme grubu"dur. Yani diyorum ki, yazılarım sessiz ve cevapsız kalırsa benim de düşüncem zayıflar. Onun içindir ki, birlikte düşünmemiz, sizlere bağlı; bana yazınız; lehte ve/ya aleyhte, beğendiğiniz ve/ya beğenmediğiniz her ne ise yazınız; kendimi, dipsiz kuyuya taş atmış gibi hissetmemem için, yazınız!  
 
***
 
      Umumiyetle uzun yazıların az okunma gibi bir risk taşıdığını herkes gibi ben de bilirim; bu sebeple, peşinen söylemeliyim ki; biraz "uzunca" yazan bir yazarım ve bu riski de bir miktar göze alırım. Ancak, her yazımın da bu kadar uzun olmayacağını da şimdiden hatırlatmayı faydalı addetmekteyim.
 
 
II
 
Trajedi
 
      Gelelim Filistin'e; daha geçen asrın iptidasında "bizim" olan, İslam dünyasının babası Osmanlı'nın çekilmesinden, "Pax Ottomana"nın yıkılmasından sonra huzuru, barışı unutan, adım-adım bir "trajistan"a dönüşen ve artık adı trajedi ile eş-anlamlı hale gelen Filistin'e.
      Filistin'de bütün dünyanın gözlerinin önünde kanlı bir trajedi perde-perde sahneleniyor; bu ilk değil; fakat öyle görünüyor ki yakın bir gelecek için son olma ihtimali de pek yok.
      Trajedi herkesin önünde perde-perde açılıyor; lakin bütün dünya suskun: Tıpkı daha önce Azerbaycan'da, Kırım'da, Doğu Türkistan'da sahnelenen kanlı trajedilerde olduğu gibi.
 
***
 
      Ama bu vahşet daha fazla devam edemez; etmemelidir. Bu ap-açık bir "insanlık suçu"dur ve vebali de bütün insanlığın omuzlarındadır.
      Yapılması gereken çok şey var; hem de çok acil; fakat, bunların içinde ilki, vakit kaybetmeden, derhal ve çok acil olarak, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi tarafından alınan karara riayet edilerek İsrail'in saldırılarının durdurulmasının, "ateşkes" ilan edilmesinin, işgal edilen bütün Filistin şehirlerinden İsrail güçlerinin çekilmesinin ve insani yardımlara hemen başlanılmasının sağlanması ve uzun vadede yapılması gereken ise, kaba kuvvet ve şiddet metodu ile bu mes'elenin daha ağır vehametlere sürükleneceğinin idrak edilmesi ve Bölge'de kalıcı bir barış ortamının yaratılması için gerekli bütün alt-yapının ciddiyetle sağlanması cihetine gidilmeye başlanmasıdır.
      Bütün bunlar "şu an için ve hemen" yapılması, hemen ucundan tutularak sonuna kadar götürülmesi an-şart gerekli olan "idealler"; yani olması gerekenler; ancak, asıl problem şu: Bu "olması gerekenler" nasıl oldurulabilecektir?
 
***
 
      Tarihi tecrübe bizlere yeteri kadar öğretmiş olmalıdır ki, siyasette, ama hassaten milletler-arası siyasette, "olması gerekenler" ile "olanlar ve olmakta olanlar" arasında dağlar kadar fark vardır ve dahi, olması gerekenleri olduran da, öncelikle ve behemehal, "kuvvet"tir! Zira, en mükemmel ve en kusursuz idealler dahi, arkalarında bir güç olmaksızın, sırf mükemmel ve kusursuz olmalarından dolayı muvaffakıyyet kazanamazlar. Bu acı kural, siyasetin tabiatından ileri gelmektedir: Herhangi bir otoritenin, sırf kendi rızası ve iradesi ile kendisine sınır çizmesi ihtimali, pratikte sıfır seviyesindedir; bu sınır, başkaları tarafından "zor" tatbik edilmeden çizilemez.
      İmdi; yukarıda dile getirmiş olduğumuz insani tememnnilerin mücerretler dünyasından müşahhaslar dünyasına indirilebilmesi için de İsrail'in, kendi dışından tazyik altına alınması, otoritesine sınır çizilmesi şarttır. Çünkü, dikkat etmek gerekmektedir ki, dünyada çoktan "kasap" sıfatıyla anılmaya başlanmış bulunan, şiddet politikasının mimarı Ariel Şaron'un başında bulunduğu İsrail hükumetinin kendi iradesiyle bu insani kararları uygulaması imkansızı talep etmek demektir.
      Bunun için de Arap ülkelerine olduğu kadar Türkiye'ye de büyük görevler düşmektedir; bu görev listesinin belki de en başına ABD'nin eklenmesi gerekir; açık-seçik gerçek şudur ki, el-yevm, Amerika'nın "hayır" dediği bir şeyin "evetlendirilmesi" şansı pek yok... Ancak O'nun da bu iş için bir menfaati olmalıdır. Evet: Menfaat! Ne yazık ki siyaset, yani, gerçekler dünyasındaki gerçek siyaset, nam-ı diğer reel politik, herşeyden önce menfaatler üzerine müessestir.
      Filistin meselesinde Clinton döneminde daha ılımlı olan ve Barış'ın önünü açacak görünen Amerikan politikası, Bush'un iktidara gelmesiyle Amerikan dış politikasında vuku' bulan radikal değişikliğin bir parçası olarak değişmiş, sertleşmiş ve kışkırtıcı bir hüviyet kazanmıştır. Nitekim, günlerden beri devam eden kanlı hadiseler dolayısıyla Bush'un "terörle mücadelesinde İsrail'i anlıyoruz" demesi, İsrail'in saldırgan politikasına açık bir destek vermekten başka bir anlam taşımamaktadır.
      Arap devletleri ise, içine gömülmüş bulundukları şaşırtıcı, anlamsız, pısırık, korkak ve ürkek sessizliklerini mutlak bozmak zorundadırlar. Aksi halde bu kötü gidişat onların da başını yakacaktır. Fakat unutmamalıyız ki, hemen yanıbaşındaki bu kanlı gelişmeler karşısında Türkiye de pasif kalamaz; kalmamalıdır.
      Tarih, insanlık suçunun ortadan kaldırılmasında, akan kanların durdurulmasında ve Bölge'ye barış ve istikrarın getirilmesinde Türkiye'nin omuzlarına büyük bir görev yüklemiş bulunmaktadır; bu görevden kaçamayız.
      Türkiye aktif olmalıdır; evvelen, bir "idea" için: Dünyanın neresinde bir insanlık suçu işleniyorsa, bu, bizi alakadar etmelidir. Biz, böyle bir geleneğin mirasçılarıyız.
      Türkiye aktif olmalıdır; saniyen, bir "realite" için: Sağlam bir politik felsefeden güç alan ve iyi bir starteji üzerine müesses bir aktivite Türkiye için faydalı, yani menfaatlerine uygun olacaktır. 
      Bir kere, bu vehametli vazıyetin daha da kötüye giderek kontrolden çıkmasının, Ortadoğu'yu içine çıkalamaz badirelere sürükleyeceğine ve bunun da Türkiye açısından Körfez savaşından daha ağır kayıplara sebebiyet vereceğine ve zaten hala Kriz'den başını kurtaramamış ekonomimizin belki de bir daha belini doğrultamayacak derecede tahribata maruz kalacağına, kelimenin tam manasıyla dibe vuracağına, kat'iyet nazarıyla bakılmalıdır. Bu riski göze alamayız.
      Beri yandan, anlamak mecburiyetindeyiz ki, bu bölge hala Osmanlı'nın gölgesi altındadır ve Türkiye de O'nun tek meşru varisidir; bir bakıma, Bölge, Türkiye'nin tabii olarak sorumlu ve yetkili alanı durumundadır. Bu, bir lüks, bir romantizm değil, tam manasıyla siyasetin kendisidir. 
      Bu aktivite, hala, her ne kadar Arap elitlerinin çoğunun nazarında kendi meşruiyetlerinin referansı olan "öteki", veya korkulan "Osmanlı heyulası"nın bir uzantısı olarak görülse de, yine de ve her şeye rağmen, pek itiraf edilmese ve kıskanılsa da, bir "ümit kapısı" olan ve hala gönüllerin diplerinde bir yerlerde "potansiyel lider" olarak belirli bir yeri bulunan ve Bölge'nin hala tartışmasız olarak en büyük gücü olan Türkiye'nin saygınlığı ve prestiji açısından da çok önemli bir fırsattır. Unutmayalım ki, daha birkaç gün önce bir Türk gazeteciye ropörtaj veren Hamas lideri dahi Türkiye'yi İslam dünyasının tabii lideri olarak telakki ettiğini belirtmişti; tıpkı Usame bin Ladin'in, "İslam dünyası seksen senedir zulüm altında bulunmaktadır" derken yaptığı telmih gibi, bunun da anlamını iyi okumalıyız. O sebeple, Türkiye, hemen her konuda olduğu gibi bu hayati konuda da suya sabuna dokunmayan, sade suya tirit beyanatlarla yetinmeyip konunun üzerine gereken hassasiyet ve ciddiyetle eğilmelidir. Böylesine bir ciddi ve sonuç alıcı demarş, hem ülkemizin yukarıda zikrettiğimiz zararlarını önleyecek ve hem de bu vesileyle Bölge'nin "politika belirleyen ülkesi", yani, bir anlamda Bölge'nin kendisinden sorulduğu bir "başat ülke" olma imkanını yakalayabilecektir. Bunun da bize, dünya siyaset arenasında ayrı bir güç getireceği aşikardır: Bölge'nin lider ülkesi olan bir Türkiye! Telaffuzu bile müthiş!
      Fakat bunun aksine, ciddi ve inisyatif sahibi bir politika takip edilmediği takdirde maruz kalacağımız ağır ekonomik kayıplar yanında, Bölge'de "İsrail'in partneri" pozisyonuna düşmek suretiyle geleceğimizi daha da büyük risklere atarız. Son günlerde Arap basınında, Türkiye'nin İsrail ve Amerika ile birlikte bir şer ekseni olarak algılanmaya başlanması şeklinde bir gelişmenin olduğundan ve buna karşılık Arapların da karşı bir blok oluşturmasının ve icabında "Kürt kartı"nın kullanılmasının gereğinden behseden haberlerin ciddiye alınması lazımdır.
      Türkiye, bu konuda inisyatif sahibi olmalı ve öncelikle sağlam bir politik felsefeye dayanan bir strateji geliştirerek Araplar'a da öncülük etmeli, onları diplomatik yollarla da zorlayarak ağırlığını koymalı ve cddi ve müstakarr sonuç almalıdır.
      Bunun yanında, mutlaka ihmal edilmemesi gereken bir hususun da, yukarıda bahsedildiği üzere, ABD'nin ikna edilmeden bu problemin çözüm şansının bulunmadığı göz önüne alınarak, O'na hataları anlatılmalı; bu vahim gelişmelerin daha da ilerlemesi halinde kendi menfaatlerinin de ciddi surette haleldar olacağı; bir düşman denizine dönüşecek olan Bölge'de sadece İsrail'e dayanarak ilelebed siyasi menfaatlerini devam ettiremeyeceği konusunda ikna edilmelidir.
      Bunun yanında, İsrail'in şiddet mimarlarının da; sürekli olarak gerginlik tırmandırmaya dayanan siyaset doktrini değiştirilmediği takdirde başlarının daha da sıkışacağı; terör olaylarının kontrolden tam çıkması halinde kendi vatandaşlarının çoktan başlatmış oldukları tersine göçün daha da hızlanacağı -şu sıralarda İsrail'i güvenliksiz ülke bularak dışarıya göç eden Yahudi nüfusunun 600.000 civarında olduğu, basındaki haberler arasındadır - ve bunun da kendilerinin içten bir çökmeye maruz kalmak demek olacağı ve kezalik, daha yarım yüzyıl önce kendileri Nazilerin elinde bir zulüm nesnesi olan Yahudi halkının bugün dünyanın nazarında merhametsiz bir zulüm öznesi olarak damgalanmaya başladıklarını ve Batı'nın katıksız desteğine güvenerek uyguladıkları gerginlik ve şiddet metodu ile bu bölgedeki geleceğinin de karartıldığı ciddiyetle göstermelidir.
 
***
 
Fakat bütün bunlara ilaveten, burada hiç detaylandıramacağım başka bir husus da, Arap ülkelerinin, artık İsrail'in varlığını resmen kabul etmek mecburiyetinde olduklarını anlamalarına kakıda bulunmaktır. Suudi veliaht-prensinin telif ettiği barış planı, kaabil-i tatbik olmasını te'min edecek bazı tadilatlar yapılması halinde, görüşmeye açılması için makul bir plan olarak gözükmektedir; bunun üzerinde ciddi çalışmalar yapılmalıdır.
 
Başka bir husus da, doğrudan Arafat ve diğer Filistinli liderlere düşen görevlerdir; ayrıca ele alınması gerekecek kadar mufassal olan bu konuda şimdilik söyleyeceğim şey, bu trajedide kendilerinin de büyük katkılarının ve veballerinin bulunduğunu anlamaları ve siyaset doktrinlerinde ve stratejilerinde ciddi reformlara girişmeleri gerektiğini anlamaktır ki, fikrimce, yine bu bölgenin tabii "ağabeyi ülkesi" olan Türkiye'ye de bu konuda vazife düşmektedir.
Yazıyı PDF dosyası olarak indirmek için tıklayınız. [ Boyutu: 215,09 KB ]
BU YAZI İLE İLGİLİ YAZILAR

'Onurlu AB Üyeliği' Tezinin Kritiği: VI
Ey Türkler!...
Laiklik ve Sekülerlik: IV




Copyright ©2006-2024, Durmuş Hocaoğlu

Sitede yayınlanmakta olan yazılar kaynak göstermek şartıyla kullanılabilir.

Anasayfa  |  Biyografi  |  Kitaplar  |  Yazılar
Bildiriler  |  Röportajlar  |  İletişim