ANASAYFA BİYOGRAFİ KİTAPLAR YAZILAR BİLDİRİLER RÖPORTAJLAR KÜTÜPHANE İLETİŞİM
        Detaylı Arama

Facebook'ta Paylaş

Hakkını Helal Et Sepetçioğlu Üstadım
Durmuş Hocaoğlu

Yeniçağ Gazetesi / 14.07.2006
Ölüm üzerine yazı yazmak tıpkı ölümün kendisi gibi bir his uyandırıyor insanda, en azından bende öyle; tuşlar soğuk, satırlar soğuk. Bu gibi durumlarda söze nereden ve nasıl başlanacağını bilememenin verdiği sıkıntı yüreğime her zaman kabus gibi çöker. Esasen her yazıma çok zor başlangıç yaparım, ama bu daha başka; bir medhal yapabilsem gerisi belki daha kolay gelecek, ama asıl mes'ele ilk kelamda: Sahi, ne diyerek söze gireyim? Umumiyetle vaki' olduğu üzere "merhum" mu desem: Merhum! Basit gibi görünüyor; basit, sade ve masum: Luğavi manasıyla rahmete nail olmuş demek; bu haliyle ölü için olduğu kadar diri için de kullanılabilir, nitekim, Müslümanın Müslümana en iyi dilek ve dualarından birisi de, "Allah'ın rahmetine nail olasın", yani "merhum olasın" demek. Yani hayli iyi, iyi ne demek, mübarek bir sıfat: Merhum Mustafa Necati Sepetçioğlu! Ne hoş! Lakin yine de ağu gibi, yakıyor; zira, luğavi manasının hem ölüyü ve hem de diriyi kuşatmasına mukabil o, teamülen, yalnız ölülere münhasırdır. Yani: "Merhum" dendiğinde artık aramızda olmayan birisinden bahsettiğimizi biliriz; "aramızda olmayan", yani bizi terkeden birisi. Kendimizi alıştırmaktan başka çare yok: "Merhum" dendiğinde artık ölmüş olan birisinden söz ediyoruz demektir; madem ki hakikat budur, o halde böyle olduğunu kabul etmekliğimizden başka bir çare de yoktur ve dahi çaresi olmayan tek şey de odur üstelik. Mümkün ola derya bile tutuşa, ama ölüm, vakti geldiğinde ne bir lahza te'hir ve ne de bir lahza takdim kabul eden, yenilmez tek başpehlivan olarak, bizzat ölümün öldürüleceği vakte kadar, "celal ve ikram sahibi rabbimizden başka herşeyin fani olduğunu" bildiren ilahi kelamın kavli mucibince soğuk ve karanlık kanatlarını herkesin ve herşeyin üzerine örtmeye muttasıl devam edecek.   
 
Evet, artık usul-usul alışarak telaffuz etmeyi öğrenmeliyim, "Merhum Mustafa Necati Sepetçioğlu" demeye; çok mu çok müşkil, dilimi yakıyor, ama hem hakikat bu ve hem de, "gökten ne yağmış da yer kabul etmemiş" diyen hikmetli Türk atasözünde buyrulduğu veçhiyle, insanoğlu nelere alışmamış ki? Hakikat bu: "O", artık aramızda yok, O, öldü...
 
Madem ki soğuk da olsa, hakikat, hakikattir; öyleyse dönüp onunla cesaretle yüzleşmekten başka bir çare de yok. Kaçınılamayacak olandan kaçmaya veya onu unutmaya çalışmak ahmaklık olsa gerek. Bir yanıyla Tanrısız, ya da Tanrı'ya ihtiyaç duymayan bir dünya inşa etme cehdi demek olan Modernite, ölümün soğuk kaçınılımazlığına karşı tek çare olarak O'nu unutmayı, unutturmayı bulmuştur; öyle ki, modern insan, bir gün birisinin gelip "haydi Abbas vakit tamam" diyeceğini bile-bile ölümü unutmaya çalışan insandır diyebiliriz ve eminim ki İgnazio Slone'nin "dünyada en dayanılmaz ölüm, bir laikin ölümüdür" demesi de bundan kinayedir.
 
Ancak, Modernite'nin unutturmaya çalıştığı ölümün soğuk kapısından içeriye dikkatle bakılınca başka bir hakikat daha görülüyor: Ölüm diye birşey yok aslında, bir var-oluş (ekzistans) halinden bir başka var-oluş haline geçiş var. Ölüm dediğimiz şey, sadece bu geçiş süreci; hepsi o kadar.
 
Onun içindir ki, Mustafa Necati Sepetçioğlu ölmedi; bir var-oluş halinden bir başka var-oluş haline geçti, hepsi bu.
 
Ama O, bu dünyada da ölmedi; ölüm eğer ki kaybolmak, varlığı silinmek ise, kaabil midir ki, bir milletin inşaına o kadar harç koyan destanların mimarı bu dünyada kayboluversin!
 
***
 
İlahiyat Fakültesi Camii'nin avlusunda karşısında saf tutarak kıldığımız namazından sonra Bayraktar Bayraklı hocanın "hakkınızı hela ediyor musunuz" sorusuna gürül-gürül "helal olsun" diye cevap verdiğimizde aklıma şu soru düşüverdi aniden: Kimin kimde hakkı daha fazla? Acaba bir de taht misali o musalla taşında sessizce yatana aynı sual sorulacak olsaydı, aynı cevabı verir miydi? Bilmiyorum; ancak bildiğim o ki O'nun kendi milleti üzerindeki hakkı milletinin O'nun üzerindeki hakkından daha fazlaydı ve yine şunu da biliyorum ki, bu kadar emek verdiği kendi insanının o gün o saatte trafiği kilitlemesi gerekirdi; olmadı; bence asıl hüzün bu, ölmek değil. Merhum üstad, öyle tahmin ediyorum ki Yeniçağ'ı nasıl bir ara kırgınlıkla terketti ise bu dünyayı da öyle terketti.
 
***
 
Mustafa Necati Sepetçioğlu bizim neslimizin ağabeyi, öğretmeni idi; hepimizin üzerinde ödenmez hakkı vardı ve var olmaya da devam edecek. Benim onda alacak bir hakkım oldu ise ziyadesiyle helal olsun, ama asıl mühim olan, O'nun bana olan haklarını bağışlaması.
 
Hakkını helal et üstadım; nasıl olsa yakında mülaki olacağız, şunun şurasında ne kaldı ki?
 
Milletine olan hakkını da helal et üstadım; inşaallah bir gün kadr ü kıymet takdirini de öğrenir.
 
Hakkını helal Sepetçioğlu üstadım; muinin Allah, şefiin Resulullah, mekanın Cennet olsun.




Copyright ©2006-2024, Durmuş Hocaoğlu

Sitede yayınlanmakta olan yazılar kaynak göstermek şartıyla kullanılabilir.

Anasayfa  |  Biyografi  |  Kitaplar  |  Yazılar
Bildiriler  |  Röportajlar  |  İletişim