ANASAYFA BİYOGRAFİ KİTAPLAR YAZILAR BİLDİRİLER RÖPORTAJLAR KÜTÜPHANE İLETİŞİM
        Detaylı Arama

Facebook'ta Paylaş

Yeni Hükumetimiz, İntelijansiyamız ve AB Üzerine Bulantılı Çeşitlemeler
Durmuş Hocaoğlu

Türk Haber Gazetesi / Sayı: 36, 23.12.2002-29.12.2002
3 Kasım seçimlerindeki galibiyetinin hemen ardından "AKP Genel Başkanı" olmanın dışında Türk devleti için temsil edici ve bağlayıcı hiçbir sıfat ve yetkiyi haiz bulunmadan Avrupa yollarına düşen Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın AB karşısında sergilemiş olduğu tavır, Türkiye açısından ciddi prestij kayıplarına yol açacak gelişmeler ihtiva ediyor. "Güleryüzlü, dostça karşılanan, ılımlı mesajlar ve uygun tavırlarla..." gibi övücü ifadelere dikkat etmek gerektir; faturası ağır olur, oldu da nitekim: Türkiye iyiden iyiye küçültüldü; bravo size muhteremler.
 
***
 
Koltuğuna oturduğu günden beri tutarlı bir tek icraatını bile görmediğimiz yeni dışişleri bakanı Yakış beyin tek gayesi Avrupa'dan ve Rumlardan aferin almak; iyi de beceriyor doğrusu! "İşgalcilik" sloganı mükemmeldi cidden; madem işgal etmişiz, verelim Kıbrıs'ı, üstüne tazminat dahi öderiz.
 
Daha birkaç ay önce Sayın Recep Tayyip Erdoğan'a "tayyip" diye hitap ederek alay ve hakaret eden, tetikçilerini üzerine salan ve fakat şimdi kemik yalama yarışında dünya rekoruna koşan Kartel Medyası sahipleri ve onların sesi olan Medya Uleması başta olmak üzere birçok "kişi" ve zihni bu mel'unlar taifesince iğfal edilen saf ve iyi niyetli bazı kardeşlerimiz tarafından Kıbrıs üzerine, psikolojik harekat programları uygulanıyor ki, bunları ana hatlarıyla şöyle hulasa edebiliriz: Vakıa Kıbrıs bizim içün de mühim sayılır; lakin hem bizden çok Rumlara benzemekteler hem de sırtımızda "kambur"dur; verelim gitsin cancağızlar!
 
İyi de, kimsenin aklına gelmiyor mu "bugün Kıbrıs; peki ya yarın?" diye sormak?
Bana kalırsa onun cevabı da hazır: Varlığımız AB'nin varlığına armağan olsun!
 
***
 
Gerçekten de Türkiye, AB için herşeyini feda edebilecek bir ülke manzarası resmediyor; "çok yazık" demek yetmiyor; "çok kötü"!
 
Çok kötü olan sadece iktidar değil, meclis içi ve dışı muhalefet de aynı; hatta toplum bile... İşin doğrusu bu.
 
***
 
Türkiye'nin kendisini Batı'ya beğendirme gayretleri, artık tadını çoktan kaçırdı, müptezelleşme sınırına vardı; bu keyfiyet "dünya ile barışma ve bütünleşme" gibi ciddiyetsiz siyaset magazini terimleri ile açıklanamaz. İyice zıvanadan çıkmaya başlayan bu trend, attığı ve atacağı her adımın meşruiyetini kendi dışında arayan, kendi nefsine itimadı sıfıra müncer olmuş, git-gide gönüllü olarak kolonileşme sürecini hızlandıran psikolojisi bozuk bir elit ile karşı-karşıya olduğumuzu düşündürtüyor.
 
Türkiye'nin zihni olarak çökmesi, bizzat kendisi tarafından kemal-i afiyetle sindirilmiş bir vesayet getirecek, Ülkemiz, kendi boyunduruğunu kendi eliyle kendi boynuna takacaktır.
 
Daha bir ay önce seçimlerden silkinerek çıkmış ve maneviyatı bir günde düzelmiş bir ülke, Frenkler karşısında küçük düşürülerek yeniden psişik bir bunalıma itilmiştir.
 
Tabiatiyle, bu da, istenmese de netice itibariyle üstü-örtülü - en fazla "şimdilik" örtülü; pek de değil ya - teslimiyetçi (evvelce bu beyler ona "taklitçi düşünce" derlerdi) zihniyetin te'siriyle, AB'den "müzakere tarihi" değil "müzakere tarihinin tarihi" ve hatta muhtemelen "müzakere tarihinin tarihinin tarihi" alınabilmesi için feda edilemeyecek hiçbir şey olmadığı ve olamayacağı görüntüsü veriyor: İlk ağızda ise Kıbrıs! Sonrasını da düşünürüz elbet! Nasıl olsa AB Bütünleşmesi içerisinde ha senin ha benim; ne fark edecek ki?
 
12 Aralık rezaletinden sonra Medya'nın ve iktidarın sergilediği tutum, tam anlamıyla yüz kızartıcı: Yalvardık 2004'ü verdiler ağlasaydık 2003'ü alırdık diyebilen bir zihniyet mide bulandırıyor.
 
***
 
Doğrusu MHP'nin üçbuçuk yıllık iktidar ortaklığında duyduğum his, öfke ve hiddet idi; bu adamlara öfke bile duyamıyorum; sadece bulantı geliyor.
 
***
 
Kendisine durup dinlenmeden, bıkıp usanmadan ilan-ı aşk edilen, vuslatına nail olunamasa bile kapısında ölmenin şeref addedildiği, melek gibi insanların ülkesi, Yer-Yüzü cenneti Avrupa Birliği, hakikaten yeryüzü cenneti mi? Bu konuda, AB tetikçilerinin ve lobicilerinin hiç temas etmediği konulardan birisi de "ırkçılık"! Bilmeyen, AB'de ırkçılığın olabileceğini düşünemez bile; ama mes'ele bu kadar basit değil; veya şu kadar basit: Avrupa'da çok yaygın ve güçlü bir ırkçılık var. Nitekim, 18-19 Aralık 1997'de "Avrupa Irkçılık Karşıtlığı Yılı" münasebetiyle Lüksemburg'da yapılan kapanış konferansında takdim edilen ilk sonuçları kapsayan belgelere göre, Avrupa'da ırkçılık oranları şöyle [*]:
  
 [B: Belçika, DK: Danimarka, D: Almanya, GR: Yunanistan, E: İspanya, F: Fransa, IRL: İrlanda, L: Lüksemburg, I: İtalya, NL: Hollanda, A: Avusturya, P: Polonya, FIN: Finlandiya, S: İsveç, UK: İngiltere (Birleşik Krallık); EU 15: 15 AB ülkesinin ortalaması]
 
Yukarıdan aşağıya ilk sıradaki rakamlar, "çok ırkçı", ikinci sıradakiler "oldukça ırkçı", üçüncü sıradakiler, "biraz ırkçı" ve nihayet, dördüncü sıra, "hiç ırkçı değil". Bu sonuçlara göre; 15 Avrupa Birliği üyesi ülkenin ortalaması: Çok ırkçı: %9, Oldukça ırkçı: %24, Biraz ırkçı: %33; Irkçılık toplamı: %66, Irkçı olmayan: %34.
 
Bu araştırma 1997 yılına ait; aradan geçen 5 yıl, müsbet yönde ciddi bir gelişmeye sebebiyet vermiş olabilir mi?
 
***
 
Lutfen beni yanlış anlamayınız, enaniyet için söylemiyorum; ancak hakikati gizlemek de suçtur; bu sebeple, ısrar ederek ileri sürüyorum ki: Ülkemizde, sağda, solda ve hatta her yerde bol kepçe misali "AB muhabbetleri" demleniyor; ancak, beni bağışlayınız, kimseyi incitmek gibi bir niyetle söylemek istemiyorum: Ezici çoğunluğunun içleri bomboş; sağcı-solcu hep aynı! 
 
***
 
... hani kapalı bir havada hani bazan bulutlar aniden aralanır da Güneş kısa bir an için de olsa, benzi soluk feri kaçık olsa dahi, arz-ı endam eder; insan ne heyecanlanır!. Fakat heyhat! Sema'daki ısı ve ışık kaynağının gelmesiyle kaybolması bir olur. Tıpkı bunun gibi; Hakikat Güneşi, ülkemizin gaflet bulutlarıyla kaplı medya semalarında nadiren bulutların arasından kendisini gösteriyor; ama onun da ekseriyetle rengi soluk, sıcaklığı düşük ve görünmesiyle kaybolması bir oluyor; arkasından yine aynı soğuk ve karanlık geri geliyor... İşte binlerce örnekten biri: Vatikan Kilisesi, Avrupa Birliği anayasa çalışmalarında son derece faal bir rol üstleniyor; bu bilgi Türk basınının cüz'i bir kısmında habere dönüşüyor; ama sakın ümitlenmeyin, hem kimse üstüne gitmediği için unutuluyor ve hem de zaten ilk yayınlandığı gün, aynı gazetenin ayn sayfasında AB yağcılığı, propapandacılığı ve lobiciliği de, yer aldığı gibi ikigün içerisinde külliyen yok oluyor.. Ne hazin: Sadece "Avrupa Birliği Anayasası" dahi, en kör gözleri açacak kadar kudretli bir yıldırım; ancak, "vermeyince Mahmud..."
 
 
***
 
Bir kısmı cehalet ile ne demeye geldiğini bilmeden, ama birkısmı da içindeki gizli karın ağrılarından mütevellid, bilerek ve kasten, çok bayağı bir fikri Türkiye'ye bir virüs gibi yayıyor: Artık tam bağımsızlık devri değilmiş, devir "karşılıklı bağlılık/bağımlılık devri" imiş! Ne muhteşem bir bayağılık ama! Bu "fikir" zannedilen şey, tamı tamına, dünyanın yeni paylaşma haritalarını hazırlayan efendilerinin, küreselleştiricilerin, küreselleşmenin aktörlerinin dünya fikir piyasasına şırınga ettiği bir zehirdir ve külliyen yanlıştır.
 
İlkin, "karşılıklı bağlılık/bağımlılık" denilen şey, tam olarak, "onların" bizler tarafından savunulmasını istediği tezdir; yani bu fikri müdafaa edenler eğer saf değillerse ajandırlar. İkincileyin ve aynı zamanda birincisinin de esbab-ı mucibesi olmak üzere, akıl baliğ ve ehl-i namus her vatandaşa malum olmalıdır ki: "Devlet, hür, müstakil ve kendine yeterli bir varlıktır"; bu hüküm, "Devlet" adında bir müessesenin varolduğu en eski çağlardan beri "fiili", Aristo'dan beri ise "felsefi" bir siyaset prensibidir. Buna binaen: "Karşılıklı bağlılık", herbirisi münferiden birer "devlet" olmayanların, birbirlerine karşılıklı bir bağ içerisinde bağlanarak bir "yeni devlet" oluşturmanın teorisinin ilk ve en temel adımlarındandır ve ülkemizde "karşılıklı bağlılık/bağımlılık" ile yürütülen şey de aldatılmak istenen çocuklara uzatılan horoz şekeri kabilinden bir tuzak, tam da "onların" savunulmasını istediği tezdir; vazıyet budur!
 
Nitekim, bu mavalı anlatanlar, eğer ajan değillerse, bilmelidirler ki, AB'nin büyük-büyük isimleri, AB'yi, içine giren her devletin bağımsızlığını zamanla kaybedeceği ve - Churchill'in ifadesiyle - adı ne olursa olsun, cismi bir "Avrupa Birleşik Devletleri" olacak olan bir statüye doğru, düşe-kalka, kavga-dövüş, ama kararlı bir şekilde götürüyorlar; üstelik bu işin gizlisi-saklısı yok, çok ciddi bir felsefesi var ve herşey alenen tartışılıyor. Mesela: AB Komisyon Başkanı Romano Prodi ve Belçika Başbakanı Guy Verhofstadt'ın resmi girişimi ile Mayıs ve Eylül 2001'de yapılan ve "Avrupa Başkenti"ni müzakereye açan bir seri toplantılarda ciddi-ciddi tartışılan şu iki kavramı ülkemizde kaç kişi biliyor: Umberto Eco'nun tezi olan "Soft Capital" ve Rem Koolhaas'ın tezi olan "Hard Capital".[**]
 
...diyorum ki, bunlardan birşey bilmeyen AB hakkında birşey bilemez; bilmeyen de bildiremez; lakin, gün, cahilin küküm-ferma olduğu gündür.
 
 
***
 
Ve yine Türkiye adına utanç verici bir hadise daha: Birkısım entellektüel ve akademisyen Avrupa karşısında daha müessir yalvarma teknikleri geliştirmek ve bu istikaamete baskılar kurmak üzere, kampanyaları açıyorlar; mesela, "Kıbrıs'ı ver AB'yi kap" diyorlar... Türkiye'de gündemi tayin edenler onlar; bu ülkede onların belirlediği konular konuşuluyor...
 
Ya "milliyetçi entelijansiya"? Nerede ve ne iş yapar? Daha açıkçası: Böyle bir intelijansiya var mı? Olabilir mi ki?
 
Milliyetçilik gibi yüce bir ideal, bir partiye endekslenirse, olabilir mi ki?
 
***
 
[*] "Racism and Xenophobia in Europe"., Eurobarometer Opinion Poll no 47.1., First results presented at the Closing Conference of the European Year Against Racism., Luxembourg, 18 & 19 December 1997.,URL: [http://www.iom.fi/anti-discrimination/pdf/Eurobarometer47.1.pdf]., s.2
 
[**] "Brussels, Capital of Europe"., Final Report., October 2001., URL: [http://premier.fgov.be/ topics/reports/bxl-europe/bxl-cap-eu_fin-report.pdf]
Yazıyı PDF dosyası olarak indirmek için tıklayınız. [ Boyutu: 194,96 KB ]




Copyright ©2006-2024, Durmuş Hocaoğlu

Sitede yayınlanmakta olan yazılar kaynak göstermek şartıyla kullanılabilir.

Anasayfa  |  Biyografi  |  Kitaplar  |  Yazılar
Bildiriler  |  Röportajlar  |  İletişim