ANASAYFA BİYOGRAFİ KİTAPLAR YAZILAR BİLDİRİLER RÖPORTAJLAR KÜTÜPHANE İLETİŞİM
        Detaylı Arama

Facebook'ta Paylaş

Sığ ve Sıra-Altı Siyaset ve Üç Mes'ele
Durmuş Hocaoğlu

Yeniçağ Gazetesi / 08.01.2006
Bir önceki yazımda asıl problem kaynağımızın ikiye indirgenebileceğini, birincisi olarak, ülkemin ve milletimin büyüklüğüne ve sıra-üstülüğüne mukabil, O'nu yönetenlerin de bir o kadar sıra-altı olduğunu ve bu sıra-altılığın ise var olan mes'eleleri halledemediği gibi daha da büyüttüğünü ve ilaveten, biteviye ve git-gide çözümsüzlüklere doğru sürüklenen yeni-yeni mes'eleler ihdas ettiğini ve ikincisi olarak da asıl sebebin, Türklerin git-gide kendi vatanlarına ve devletlerine sahip çıkmakta zorlanır hale gelmeleri olduğunu söylemiş ve akabinde de şu suali sormuştum: İşte şimdi Biz Türkler böyle bir kritik halde bulunuyoruz ve sualimiz de şu: Bin yıldan beri var-olduğumuz ve hükmettiğimiz, en büyük destanımızı yazdığımız bu coğrafyada daha kaç yıl var-olmak ve hükmetmek istiyoruz? Daha da kısacası: "Tamam" mı diyoruz "devam" mı?  
 
Aslında burada dikkatsiz bir ilk bakışla, hemen göze çarpan bir "iç çelişki" (contradictio in adjectum) olduğu düşünülebilir: Büyük ve sıra-üstü bir millet nasıl olur da kendi ülkesine ve devletine sahip çıkmakta zorlanıyor olabilir, veya, kendi ülkesine ve devletine sahip çıkmakta zorlanan bir cemiyete büyük ve sıra-üstü bir millet denebilir? Bu mes'eleye bilahare temas etmek üzere, şimdilik, ikincisi ile ilgili bir dipnotu hemencecik düşerek ilkine geçmek istiyorum: Bahse mevzu yazım üzerine bir mektup aldığım kıymetli okuyucum ve adaşım Durmuş Usal'a verdiğim cevapta da belirtmeye çalıştığım gibi, endişe ederim ve hatta korkarım ki, bu gidişle, ileride en büyük problem, belki de çok yakında, Türkler ile başkaları arasında olmaktan ziyade, muhtemelen, "tamam" diyen Türkler ile "devam" diyen Türkler arasında olacaktır; Allah korusun, ama ciddi ve güçlü bir ihtimal.
 
Gelelim ilkine; yani, ülkemin ve milletimin büyüklüğüne ve sıra-üstülüğüne mukabil, O'nu yönetenlerin sıra-altılığının halledemediği gibi daha da büyüttüğü ve ilaveten, biteviye ve git-gide çözümsüzlüklere doğru sürüklediği mes'elelere. Bu hususta çok açık ve gözler önünde bulunan üç misal vermek meramı ifade için kafi gelecektir: Etnisite ve Kimlik tartışmaları, Kürt devletinin kuruluşu ve Mavi Akım Projesi.
 
Bu mes'eleleri ileride müstakil başlıklar halinde irdelemek üzere şimdilik, ilk ağızda, her üçünün de bütün olarak Türk siyasetçilerinin yoktan var ettiği değil, ama halledemedikleri için büyüttükleri ve çözümsüzleştirdikleri mes'eleler olduğunu kaydederek başlayalım. Etnisite mes'elesi münhasıran bizde değil bütün dünyada krizler yaratıyor ve binaenaleyh, bizim de etnisitemiz olduğuna göre bizde de yaratması beklenmeliydi (daha önce "Kürdü olanın Kürt derdi de olur" dediğimi hatırlatmak isterim) ve keza, Dünya politikasının oyun kurucu büyük aktörlerinin asırlardır hazırlaya-pişire kotarmaya başladıkları bir büyük projenin günümüzdeki uzantısı olarak Kürt devleti mes'elesi de öyle. Ve gelelim Mavi Akım'a: Bu da, mevcut enerji üretimi ve kaynakları yetmeyen bir ülkenin enerji aramasının bir sonucudur bir yerde; tabiatiyle çok kötü bir sonucu. Ancak, bütün bunlara rağmen bu mes'elelerin çözümsüzleşen kangrenlere dönüşmesi, basiretsiz sığ, sıra-altı politikacılığın dünya politik tarihine geçecek ve siyaset felsefesi, siyaset ilmi ve siyasi tarih derslerine konu teşkil edecek en mümtaz nümunelerinden başkası değildir.
 
Önce ilkinden başlayalım ve ilk olarak da şu naif soruyu soralım: Farzedelim ki, her şey oluyor, olacak, oldu ve Irak'ın kuzeyinde bir Kürt devleti kuruldu; iyi ama, niçin ve nasıl olur da, yanına geldiği zaman pantalondaki mendil cebi mesabesinde kalan, hepi-topu bir büyük vilayeti kadar yüzölçümüne ve yine hepi-topu azami beş milyon - yani İstanbul'un Anadolu yakası kadar - bir nüfusa malik, kendi içinde ise üstelik sanıldığının aksine tam homojen olmayan, etnisiteli, hiçbir devlet ve bürokrasi tecrübesi bulunmayan, aşiretten bozma - hala öyle ve muhtemelen belki de hep öyle kalacak - denizlere kapalı, dağlık, etrafı hasım ülkelerle çevrili, bütün istikbalini Amerika'ya endekslemiş - yani Amerika bu coğrafyayı terkettiği anda sıfıra müncer olacak - bir devlet müsveddesi, tarihi tecrübe birikimi dağlar gibi, dünyanın beşinci askeri gücüne sahip, yetmiş milyonluk bir ülkeden korkmaz da, o yetmiş milyonluk ülkenin korkusundan ödü patlar?
 
Suali kısaltalım: Niçin Kürdistan'ı kurmaya kalkışanlar Türkiye'den korkmaz da Türkiye'nin elitleri ve Türkler müstakbel bir Kürdistan'dan bu kadar korku duyar? Yoksa sadece Amerika faktörü mü? Hani, ".. Amerika olmasaydı..." mı?
 
Bence hiç de o kadar basit değil.
Yazıyı PDF dosyası olarak indirmek için tıklayınız. [ Boyutu: 179,83 KB ]




Copyright ©2006-2024, Durmuş Hocaoğlu

Sitede yayınlanmakta olan yazılar kaynak göstermek şartıyla kullanılabilir.

Anasayfa  |  Biyografi  |  Kitaplar  |  Yazılar
Bildiriler  |  Röportajlar  |  İletişim