ANASAYFA BİYOGRAFİ KİTAPLAR YAZILAR BİLDİRİLER RÖPORTAJLAR KÜTÜPHANE İLETİŞİM
        Detaylı Arama

Facebook'ta Paylaş

Büyük Ebu Cehil'in Stratejisi
Durmuş Hocaoğlu

Yeniçağ Gazetesi / 20.02.2006
Niçin tam da İslam dünyasının nişan alınarak şedid bir taarruz; hem de üstüne-üstüne giderek?
 
İlk önce kısa cevap: İslam dünyasını terörize ederek harp vesilesi yaratmak; eğer çok sıradan ve çok aptalca bir başka sebep yoksa, sebep ancak bu olabilir. Peki ama neden; neden harp vesilesi? Cevap: Çünkü, uzunca bir müddetten beri tartışılmakta ve bilinmektedir ki, bundan sonrası İran ve tabiatiyle, Suriye'dir; tabiatiyle denklemde Türkiye de var, ama şimdilik görmeyelim. Ancak, savaş çıkarmak isteyen her güç gibi, Büyük Ebu Cehil de harbin sorumluluğunu "karşı taraf"ın üstüne yıkmaya çalışmaktadır. Şu halde, senaryoyu basite indirgeyebiliriz: Dünya - veya diğer adıyla, uluslararası - kamuoyu nezdinde, savaşın meşruiyetinin tasdik edilebilmesi için İslam dünyasının buna müstahak olduğunun çok ikna edici delillerle ibraz edilmesi gerekmektedir. Tekrar soralım: İslam dünyası buna nasıl müstahak olabilir? Çok kısaca, şöyle: Şayet Müslümanlar kaba şiddet metodlarıyla ortalıkta terör havası estirir ve de sonra bunu büyük şehirlerin metropollerine kadar taşır ve bütün dünyayı, insanlığı bu "bela"dan kurtaracak bir kahraman beklentisi noktasına getirecek olurlarsa, o zaman tepelerine çökmek için gerekli fırsatı da hediye etmiş olacaklardır. Tabiidir ki, "kahraman kovboy"un hesabında, nasıl olsa bu şiddetlerin başlangıcındaki asıl tahriklerin nereden geldiğinin kısa zamanla  hafızalardan silinerek geriye sadece şiddetin acı hatırasının kalacağının yer aldığını farzetmelyiz.
 
Şimdi biraz daha açalım:
 
Her savaşta - ister harp ister muharebe - savaşı belirli bir kast-ı mahsusa binaen çıkarmak isteyen en kaba bir güç dahi, sorumluluğun karşı tarafta kalmasını istemiştir hep ve bu sebeeple de, zamanla hayli zenginleşen bir savaş felsefesi ve hukuku ortaya çıkmıştır. Batı literatüründe ilk defa Aurelius Augustinus (354-430) tarafından kodifiye edilen bu hukuk, "Haklı Savaş" (Justum Bellum, Just War) adında bir kavram da geliştirmiştir [Tanrı Devleti; Cilt: VI, Bölüm: XIX]; bütün Batı Ortaçağı'nda belirleyici olan bu kavram her ne kadar zamanla eski ehemmiyetini kaybetmeye yüz tutmuş ve daha sonraki uzun zaman diliminde ayrıca Marksist terminoloji tarafından muhteva değişikliğine uğratılmış ise de da esprisi itibariyle daima aynı kalmıştır: Öyle bir vazıyet zuhur etmeli ki, savaşa girişmenin kaınılmaz bir gerekliliği olması; değilse, bu bir kıtal olacaktır ki bu da gücüne en fazla güvenen devletlerin bile başını ağrıtabilecek gelişmelerin müsebbibi olabilir.. .
 
Bundan sonraki dönemde gerek Katolik ve gerekse de Protestanlar tarafından geliştirilen savaş hukuku, Thomas Aquinas (1225-74), Francisco de Vitoria (1492-1546), Francisco Suarez (1548-1617), Hugo Grotius (1583-1645), Emerich de Vattel (1714-67) gibi yetkin Batılı alim, din adamı ve filozoflar tarafından da iyice kotarılmış ve bu suretle, birincisi, savaşa girmenin asıl gerekçesini, meşruiyet şartlarını belirleyen Savaş Öncesi Hukuk (Jus ad Bellum) ve ikincisi de savaş içinde tatbik edilecek olan kuralları belirleyen Savaş İçi Hukuk (Jus in Bello) olmak üzere iki normlar bütünü oluşturulmuştur. "Harbe Girmenin Meşruiyet Şartları" demek olan Jus ad Bellum'un yedi maddesi şunlardır:
       1: Haklı Gerekçe [Just Cause]: Savaş, ancak, bütün insanların temel haklarına yönelik kitlesel bir şiddetin mevcudiyetinde veya onu tashih etmek üzere kullanılabilir.
      2: Meşru otorite [Legitimate Authority]: Sadece münasip surette (meşru olarak) te'sis edilmiş kamu otoriteleri savaşabilir;
      3: Haklı Maksat [Right Intent]: Kuvvet, yalnızca gerçekten haklı bir sebebe müsteniden ve münhasıran bu maksatla kullanılabilir.
      4: Son Çare [Last Resort]: Kuvvet, ancak, bütün barışçı alternatifler denendikten sonra kullanılabilir.
      5: Mukayeseli Adalet [Comparative Justice]: Tashih edilecek yanlış, harbe tutuşmayı haklı kılacak derecede bir kıymeti haiz olmalıdır.
      6: Başarı İhtimali [Probability of Success]: Savaş, abes bir sebebe müsteniden yapılamaz;
      7: Tenasüp (Uygunluk) [Proportionality]: Savaş'tan elde edilecek başarı, beklenen bütün tahribatlara üstün olmalıdır.
 
İşte şimdiki strateji de bu görünmektedir: Savaş'ın, beklenen bütün tahribatlara değecek olması için, askeri olarak, düşmanın gücünün mümkün olduğunca kırılabilmesi yanında, diplomatik olarak, zaferin kalıcılığı için de, onun abes bir sebebe müsteniden icra edilmediğinin mümkün olduğunca çok büyük kesimlerce kabule edilmesinin sağlanması; daha açık ifadeyle, mümkün olduğunca çok büyük kesimlerin, bu savaşın haklılığı yanında kaçınılmazlığı ve sonuçlarının kendileri için de hayırhah olduğu yönünde ikna edilmesi ve bunun için ise, gerçekten haklı bir sebebe müsteniden ve münhasıran bu maksatla naçar başvurulduğu; çünkü bütün insanların temel haklarına yönelik kitlesel bir şiddetin mevcudiyetinin kesinleştiği ve bu şiddetin önlenmesi için de bütün barışçı yolların tıkandığının gösterilmesi icap etmektedir.
 
Şu halde İslam dünyası dünya kamuoyu önünde suçlu duruma düşürülmeli ve bunun için de doğrudan doğruya mukaddesatlarına saldırılmalıdır; yukarıda da dediğimiz gibi, nasıl olsa ileride dünya bu küfürbazlıkların iğrenç kışkırtıcılıklarını değil de öfkelenen Müslümanların yakıp yıktıklarını hatırlayacaktır. Hedef İslam dünyası; vazıyet çok ciddi, herşeyin çok büyük bir incelikle hesap edilmesi şart; ancak, gün doğmadan neler doğar.
Yazıyı PDF dosyası olarak indirmek için tıklayınız. [ Boyutu: 184,17 KB ]




Copyright ©2006-2024, Durmuş Hocaoğlu

Sitede yayınlanmakta olan yazılar kaynak göstermek şartıyla kullanılabilir.

Anasayfa  |  Biyografi  |  Kitaplar  |  Yazılar
Bildiriler  |  Röportajlar  |  İletişim