ANASAYFA BİYOGRAFİ KİTAPLAR YAZILAR BİLDİRİLER RÖPORTAJLAR KÜTÜPHANE İLETİŞİM
        Detaylı Arama

Facebook'ta Paylaş

Cumhurbaşkanlığı Oylamasındaki Dilemma: II
Durmuş Hocaoğlu

Yeniçağ Gazetesi / 21.10.2007 Pazar
NOT: Bu yazının ilk paragrafı, mekân yetmezliği yüzünden Yeniçağ'ın matbû nüshasından çıkarılmıştır – D.H.
 
Bugün yapılacak olan, Cumhurbaşkanı seçiminin ve seçimlerin süresinin değişimini öngören Anayasa tâdilâtı oylamasının – her türlü ihtimâli göz önünde tutmakla berâber - sonu başından belli olduğu kadar bir o kadar belli olanın da seçmenin zihnindeki sâbitelerin değişmemiş olmayıp hattâ daha bile katılaşmış olduğunu söyleyebilirim. Aslında sâdece seçmenin, yâni 'sıradan insan'ın değil, sözüm ona aydınların bile zihniyeti sâbitleşmiş vazıyette, aynı lâkırdılar dolaşıp duruyor piyasada üç aşağı beş yukarı, "fikir" adıyla; nitekim Anayasa tâdilâtının en temel ehemmiyeti hâiz mevzûu olan Cumhurbaşkanı'nın seçimi bile basit seviyelerde tartışılıp gûya 'müzâkere' ediliyor. Bana kalırsa sâdece 'tartışılıyor', çünkü taraflar sâdece birbirini 'tartıyor', bir nevi' bilek güreşi yâni, mûtâd olduğu veçhiyle; müzâkere hemen hiç yok, çünkü 'tezekkür' yok.
 
İmdi konumuzu tekrar derhâtır edelim: Cumhurbaşkanı nasıl ve kim tarafından seçilmeli: Bizzat Millet'in kendisi tarafından, yâni doğrudan mı, yoksa, Millet'in vekilleri tarafından, yâni dolaylı mı? İlk şık, daha sıhhatli bir demokrasiye ve ikincisi ise daha sıhhatli bir rejime atıfta bulunuyor; aşağıda da temas edeceğimiz gibi pek de yanlış değil aslında, ancak tartışmalar bu kontekstte yapılmıyor – daha doğrusu yapılıyor da kontekst içindeki başka kontekstlerde; şöyle: İlk şıkkın taraftarlarınca Millet'in doğrudan Cumhurbaşkanı'nı seçmesi, millî irâdenin tam tecellî etmesi demek oluyor, ikincilerine göre ise, işbu 'millî irâde'– Çankaya'ya "takunyalı" ve "sıkmabaş eşli" birisini çıkarmak gibi bir felâkete sebebiyet verebileceği için - pek de hoş birşey olmadığından nâşî, en iyisi Meclis tarafından seçilmesi. Meclis'in tazyiklere veya darbelere karşı mukavemeti daha zayıf – yâni daha kolay te'dib ve terbiye edilebilir - olmasından hareket eden bu hesap oldukça akıllıca; ama ahlâkî mi? Kimin umurunda.
 
Ne var ki kısm-ı âzâmı îtibâriyle kör siyâsî ve ideolojik gevezeliklerden pek de daha fazla değerli olmayan bu hây u hûy ve gulgule ortamında, nâdir sayılabilecek ve intelijansiyamızın çapını aşıyor olmaktan mütevellid olsa gerek, hemen hiç yankı uyandırmayan bir yazı bundan tamı tamına dörtbuçuk ay evvel neşrolundu; mühim bir yazı, ama ne yazık ki arada kaybolup gitti.
 
Binnaz Toprak'ın 6 Haziran'da Radikal'de yayınlanan "Türkiye'de de Tartışılan Başkanlık Sistemine Yakından Bakış" isimli kısa ve özlü yazısından bahsediyorum. Sayın Toprak burada, bundan onbir yıl önce yayınlanmış bir araştırmanın sonuçlarını veren makaleye dayanarak[*], özetle şunu söylüyor:
 
1950'den 1990'a kadar ya da bağımsızlık kazandıkları ilk yıldan 1990'a kadar olan süreçte, 135 ülke ve 224 rejim üzerinde yapılan araştırmaya göre, bu rejimlerden 101'i demokrasi, 123'ü ise diktatörlük olup, bunlar arasında yine aynı bu süreçte bu rejimlerin 40'ı demokrasiden diktatörlüğe, 50'si ise diktatörlükten demokrasiye geçiş yapmış. Burada en ziyâde dikkat çekilmesi gereken taraf ise, demokratik rejimler arasında 50'sinin parlamenter, 46'sı başkanlık ve 8'inin ise yarı başkanlık sistemiyle yönetiliyor olması.
 
Sonuç olarak ortaya çıkan manzara şu: Başkanlık sistemiyle çalışan demokratik rejimlerin diktatörlüğe kayma nisbeti, parlamenter demokratik sistemlere göre daha yüksek.
 
İşte bence asıl olarak müzâkere edilmesi lazım gelen mes'ele budur. Çünkü evvelen, Başkanlık veya Yarı-Başkanlık sistemi ile Parlamenter sistem arasındaki temel fark, sistemin ilkinde tamâmen, ikincisinde ise kısmen "kişi-merkezli" olmasına mukabil, üçüncüsünde "Meclis-merkezli" olmasına ve kişi merkezli sistemin Meclis'in ehemmiyetini tâli' bir mevkıe ittiğine dikkat edilmelidir; sâniyen, yine bununla ilintili olarak, beşyüzelli üyeli bir mecliste temsîl edilecek millî irâde ile tek kişinin şahsında temsîl edilecek millî irâdenin arasındaki fark, ikincisinin "çokçu", birincisinin "çoğulcu", yâni daha sahîh bir demokrasi oluşudur. Ve sâlisen: Türkiye gibi ülkelerde daimâ kuvvetli şahsiyetlerin diktatörlüğe temâyül ettiği de gözardı edilmemelidir.
 
Ancak fikrimce, asıl olarak, kuvvetli ihtimâl ile, kişi-merkezli despotizm tehlikesi başka yerden, yeni anayasada ortaya konacak olan, aşırı derecede güçlendirilmiş Başbakanlık müessesesinden gelecektir.
 
***
 
Vazıyet böyle; ancak tabiî ki ben bu yazıyı sâdece tarihe not düşmüş olmak için yazıyorum, zîra, millî irâde, İslâmîleşmeyi utanma duymadan kaba bir şekilde "tehlike" olarak îlân hoyrat zihniyete karşı duyulan gayz ve öfke ile tecellî edecek büyük ölçüde ve bence sağlıklı da olmayacak; çünkü öfke ile kalkan zararla oturur.
 
 
[*] Sayın Toprak'ın "Adam Przeworski ve birkaç meslektaşının birlikte Journal of Democracy'nin 7.1 (1996) sayısında yayımladıkları önemli bir makale" şeklinde kısaca zikrettiği ve John Hopkins Üniversitesi'nin neşrettiği sayısız dergilerden birisiolan Journal of Democracy'de yayınlanan bu mühim makalenin tam künyesi şöyle: Adam Przeworski; Michael Alvarez; José Antonio Cheibub; Fernando Limongi., "What Makes Democracies Endure?"., Journal of Democracy., E-ISSN: 1086-3214, Print ISSN: 1045-5736., 1996, Vol: 7, Issue: 1, pp.39-55




Copyright ©2006-2024, Durmuş Hocaoğlu

Sitede yayınlanmakta olan yazılar kaynak göstermek şartıyla kullanılabilir.

Anasayfa  |  Biyografi  |  Kitaplar  |  Yazılar
Bildiriler  |  Röportajlar  |  İletişim