ANASAYFA BİYOGRAFİ KİTAPLAR YAZILAR BİLDİRİLER RÖPORTAJLAR KÜTÜPHANE İLETİŞİM
        Detaylı Arama

Facebook'ta Paylaş

Sığ ve Sıra-Altı Siyaset ve 'Mavi Akım' Mes'elesi: II
Durmuş Hocaoğlu

Yeniçağ Gazetesi / 15.01.2006
"Koyun kurd ile gezerdi / Fikir başka başk'olmasa" diyor Aşık Veysel; Veysel'in iki gözü de dış dünyaya kapalı, fakat iç dünyaya açık, o sebeple olması gereken ile olmakta olan arasındaki farkı, gözleri iç dünyaya kapalı dış dünyaya açık olanlardan çok daha iyi görüyor besbelli. Filhakika, koyunların kurtlar ile gezmesi arzu edilebilir birşey olabilirdi belki, ancak, fikir başka başka olduğu müddetçe kimsenin kimse ile ebedi bir dostluk içerisinde bulunamayacağı da çırılçıplak bir gerçekliktir.
 
Başka başka fikirlerin çatışma yerine uzlaşma ile sonuçlanması, ancak belirli bir cemiyet düzeni içerisinde ve, ister bir sözleşme devleti, ister bir tek yanlı otorite devleti olsun, sadece bir Devlet otoritesi altında mümkün olmaktadır. Bunun içindir ki, otoriter devletin teorisyeni Thomas Hobbes, "Devlet olmadıkça, herkes herkese karşı daima savaş halindedir" demiştir. Milletler-arası siyasette ise böyle bir milletler-üstü devlet olmadığı için ihtilaflar ancak ve yalnız karşılıklı antlaşma ve anlaşmalarla ve fakat daima tarafların güçlerinin nisbetince te'minat ve taahhüt altında ve o da muvakkaten sağlanabilen uzlaşmalarla giderilebilmektedirler; Dünya Devleti taraftarlarının hülyalı romantizmleri dışında hiç kimse böyle bir düzeni mümkün görmediği için, bu düzenin ilelebed böyle gideceğini de farzedebiliriz ki, buradan da Kant'ın "Bir arada yaşayan insanlar arasında tabii hal (status naturalis) bir barış hali değil, her zaman ilan edilmiş olmasa bile her an patlayabilecek gibi görünen bir harp halidir" hükmüne gelmekteyiz demektir. Hal böyle olunca, geçtiğimiz yıl, Yeniçağ'da onyedi yazı boyunca tefrika etiğimiz "Avrupa Birliği'nin Geleceği ve Türkiye" 07 Haziran-19 Temmuz 2005] başlıklı yazımızda da açıklamaya çalıştığımız gibi, Kant bir milletler ligi öngörmekte idi; ancak, aynı dönemde yaşayan bir başka Aydınlanmacı Alman filozof olan Hegel ise, böyle bir teşebbüsün hür ve müstakil devlet fikri ile gayri kaabil-i te'lif olacağı cihetle reddini öne sürmekte ve devletler arasında bir üst hakem kurulunun kabul edilemeyeceğini, her devletin kendi kaderi hakkındaki nihai hükmü yanız kendisinin verebileceğini, yani, mes'elenin gelip-gelip son tahlilde savaşa dayanacağını söylemekteydi.
 
İmdi, nasıl ki Kant ne kadar ulvi olduğunu düşünürse düşünsün netice itibariyle realist bir tesbitten yola çıkmakla beraber, bir ütopya peşinde koşmakta ise, Hegel de bir o kadar realitenin felsefesini yapmakta ve Real Politik'in soğuk gerçekliğini ortaya dökmektedir ki buradan çıkan sonuçlardan birisi de, bağımsız devletler halinde teşkilatlanmış her milletin, Kant'ın realist tesbitiyle, "her zaman ilan edilmiş olmasa bile her an patlayabilecek gibi görünen" "hazır ol cenge eğer, ister isen sulh ü salah" prensibinden başkası değildir. Bu harikulade aforizmanın sahibi anonim Türk haklı, hem de yerden göğe kadar: Harbe hazırlıklı olmayanlar, sulh ü salaha kavuşamazlar. savaşlar için daima hazırlıklı ve müteyakkız olmasının zaruretidir ve bu da bir Türk darbı meselinde ifade edildiği gibi,
 
O halde ne yapmalı; veya ne yapmamalı? Bu sual üzerine ciltler dolusu kitaplar yazılabilirse de, konumuz açısından fazla teferruata hacet yok: Nasıl ki Clausewitz'in "savaş, siyasetin başka vasıtalarla devamıdır" hükmünce, savaş bir siyaset türü ise, barış dahi bir siyaset türüdür; yani her ikisi bir ve aynı şeyin parçasıdır ve binaenaleyh, her barış dönemi bir savaş hazırlığı dönemidir; yani bir kerre, her savaş önce barış döneminde kazanılır, o halde barış döneminde güçlü olan savaşta da güçlü olur. Bu bir. İkincisi, güçlü olan caydırıcı tesir icra edeceği gibi, mukadder bir gerçek savaşta da galebe imkan ve ihtimali artar; bu da iki. Tabiatiyle, bu prensipler tersten okunduğunda barışta kaybedenin savaşta da kaybedeceğini söyleyebiliriz.
 
Şu halde, barışta nasıl kazanılır veya kaybedilir? Gayet basitçe şöyle: Güçlü ve cemiyet ile devlet arasındaki organik bağın sıkılığını en üst seviyeye çıkaran, rızai mutabaka dayalı bir milli birlik ve bütünlük ve güçlü bir ekonomi ile. Güçlü ekonominin şartlarından birisinin de, mümkün olduğunca azami seviyede ve hassaten stratejik konularda dış bağlılıktan azade kaynaklara dayanmak olduğunu hatırlamak şimdilik kafi olsa gerektir.  
 
Gelelim Rusya mes'elesine; yine fazla söz hacet yok ki, her ne kadar Soğuk Savaş sonrası dönemde azgınlaşan Yeni Kapitalist Kolonyalizm Dalgası Türkiye ile Rusya'yı bir kader ortaklığı konumuna sürüklemiş bulunmakta ise de, bu iki milletin ve devletin fikirlerinin bugüne değin hep başka başka olduğu gibi bundan kelli de aynı olacağı olacağı gün gibi zahirdir ve bu da "her zaman ilan edilmiş olmasa bile her an patlayabilecek gibi görünen" bir savaş hali demektir; binaenaleykezalik, enerji kaynakları gibi en hayati bir konuda hep aleyhe çalışan ve karanlık mahiyetteki eşhas tarafından imzalanan gizli ve karanlık maddeler ihtiva eden anlaşmalarla kendisini, bu en ziyade müteyakkız olunması gereken, en problemli, en zorlu, en belalı sınırdaşı ve komşusu bir ülkeye bağlı ve tabi kılan bir Türkiye'nin, kendi geleceğinden ümit kestiği gibi bir sonuca varabiliriz.
 
Bütün bu mes'elerin halli için de tek yol kalıyor Yüce Türk Milleti'ne: Bu menhus antlaşmaları ilga edebilecek ve o antlaşmalara imza atan karanlık mahiyetteki eşhası ibret-i alem olacak şekilde sanık sandalyesine oturtabilecek milli ve muktedir, gözleri içe de, dışa da açık bir kadroyu iktidara taşımak. Çok şey istediğimin farkındayım; ama tek çare bence bu. Çok şey istediğimin farkındayım; çünkü Millet'de böyle bir azim olduğuna kaaniyim, ama öyle bir kadro göremiyorum.
Yazıyı PDF dosyası olarak indirmek için tıklayınız. [ Boyutu: 205,00 KB ]




Copyright ©2006-2024, Durmuş Hocaoğlu

Sitede yayınlanmakta olan yazılar kaynak göstermek şartıyla kullanılabilir.

Anasayfa  |  Biyografi  |  Kitaplar  |  Yazılar
Bildiriler  |  Röportajlar  |  İletişim